Dünya Kupası yaklaşıyor diye, daha mayıs ayından havaya girmiştim.
Maçların başlamasını büyük hayallerle beklemiş, kimbilir ne maçlar
seyredeceğimi ummuştum. Ama bu Dünya Kupası, insanı neredeyse futboldan
soğutacak noktaya getirdi. İşkenceye mağruz kalmışız gibi, eziyet
altında nice kalitesiz 90 dakikalara tanık olduk. Hollanda - Japonya
maçı da o havada başladı. Her iki takım da; ilk maçlarını kazanmış
olmalarının kendilerine sağladığı avantajla, maça beraberliği
hedefleyerek başladılar. Toplam 4 puana ulaşmayı, yeter görüyorlardı.
Maç bu yüzden ağır, hantal ve pozisyon fakiri bir ilk yarı getirdi.
Devreyi zor tamamladık. Bereket versin, ikinci yarı aynı kaderi
paylaşmadı. Sneijder’in erken gelen muhteşem golü, futbola açık bir
davetiye gibiydi. Oyun anında hızlandı. Japonya, rakibi
Hollanda’nın kanıtlanmış kariyerini tartışmasız kabul ve itaat eden
tavrından vazgeçti. Zaten geriye düştüğü için, buna da mecburdu.
Böylecede maç “Körler ve Sağırlar, birbirni ağırlar” havasından
kurtuldu. Kalite gelmese de mücadele geldi. Esneyenler, yerinden
doğrulmaya başladı. İki maçını birden kazanan Hollanda’yı, gene
de “Önüne geleni devirir” çizgisinde görmedik. Çünkü Japonya bile,
nedeyse berabere kalıyordu. İkinci yarıdaki cılız kıpırdanma,
keçi boynuzundan tat almaya benzedi. Bu uzun lafın kısası... Takımların
“Puan olsun çamurdan olsun” yaklaşımları, koca Dünya Kupası’nı bile
sorgulayacak noktaya getirdi. Aynı Türkiye Ligi’ne döndü. Yenen
“Önemli olan üç puan” diyor, yenilen “Artık önümüzdeki maça
bakacağız...” Ama nereye kadar.